31 Aralık 2007 Pazartesi

Bülbül


Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihâyet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.

Muhîtin hâli "insâniyet"in timsâlidir sandım;
Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sînesinden fışkıran memdûd bir feryâd.

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ sûr-ı Mahşer'di!



- Eşin var âşiyanın var, bahârın var ki beklerdin.
Kıyâmetler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?

O zümrüt tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun,
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!

Hazansız bir zemîn isterse, şâyet rûh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın - kanatlandın mı - eb'âda
Hayâtın en muhayyel gâyedir âhrara dünyâda.

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşândır?

Hayır mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım;
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım.

Tesellîden nasîbim yok, hazan ağlar bahârımda;
Bugün bir hânumansız serserîyim öz diyârımda.

Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serapa Garb'a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.

Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatleri çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!

Ne heybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Mehmet Akif Ersoy

Ankara, Tâceddin Dergâhı, 9 Mayıs 1337 (1921)

21 Ekim 2007 Pazar

Güzel İnsanlar


Bir yerlerde insanlık için sürekli dua eden duyarlı kalplerin olduğunu bilmek.Beni şu an gerçek anlamda bu tatmin ediyor. Alllah hepsinden razı olsun.

30 Eylül 2007 Pazar

Eziz Dostum-Nihal Koca



eziz dostum mennen küsüp incidi
ayrılık yaeğ kimi çekti yeridi
gezdiğin yerleri od basıp indi
o gedip galmışam hesretindeyem

neçe nağme goşum
neçe dillenim
dost gedip özüme gelebilmirem
ele bir ellerim yoh olup menim
gözümün yaşını silebilmirem

çaldığı sazını getirip mene
görsün ki çalmakta neçe mahirem
elinde yay kimin incelsin gine
ziyler hep çekilin güyüldi odam

neçe nağme goşum
neçe dillenim
dost gedip özüme gelebilmirem
ele bir ellerim yoh olup menim
gözümün yaşını silebilmirem

10 Eylül 2007 Pazartesi

Ölüm Ölüm Dediğin Nedir Ki...


Ölüm, bir nefes ötesi, bir an sonrası, belki de yaşanılan en güzel anın bitiş noktası. Ne yazık ki! müsaade alarak gelen bir ölüm yok alemimizde.
Madem bu kadar ani, bu kadar gerçek, zaman-mekan, genç-yaşlı, güzel-çirkin, iyi-kötü, zengin-fakir... tanımıyor, peki biz niye ölümü bu kadar uzak görüyor; hayatı hep hiç ölmeyecekmiş gibi soluksuz yaşıyoruz.Hayatı gerçek anlamda ciddiye almıyoruz.Onu hep katledercesine, bencilce ve sorumsuzca yaşıyoruz.
Hayatı gerçek anlamda ciddiye alan kullar gibi yaşamak aslında bizim elimizde.Tabii! Rabbimin izni ve inayetiyle.O halde gelin! hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya ve yarın ölecekmiş gibi ahiretimize çalışalım.Bizi bekleyen, yapılmadığı takdirde hanemize birer borç olarak yazılan ibadetlerimizi aksatmayalım.Hep iyi, ahlaklı, dürüst, saygılı insanlar olarak kulluğun gereği olan güzel hasletleri bünyemizde toplayalım.Unutmayalım! Allah bize bu yaşamı birer armağan olarak verdi.Bizi kendine muhatap kıldı.Hatırlanmaya değer birşey bile değildik.O bizi hatırladı ve bu beden giysisini ruhlarımıza hiç bir bedel beklemeden giydirdi.Bizden sabır görmek istedi,sıkıntı verdi; şükür görmek istedi, mal mülk evlat verdi.Anlayacağınız verdi de verdi.Ama verişlerin her birinde bir gaye vardı.Yaşanılan hiç bir şey boş ve anlamsız değildi.Hepsi birer imtihan vesilesiydi.O bilinmek istedi.Dağlara, taşlara sığmadı da; bir mü'minin küçücük kalbine sığdı.
Biz bu dünyayı en iyi şekilde geçirmeye bakalım.İnsanız hatalarımız olabilir.Ama eğer hakikaten faydalı bir ömür geçirmişsek ;müslümanlığın güzel hasletlerini davranışlarımıza yansıtmışsak ölümümüz bile amel defterimizi kapatmaz.Bu minvalde şöyle bir ölüm olayına kısaca değinmek isterim.Bir genç abimiz trafik kazasında vefat etmiş.Ve bu genç abimiz dünya değerleri adına faydalı bir ömür geçirmiş.Yurdunun vatan savunmasında görev yapmış.Ama ölüm onu hayatının baharında yakalamış.Onun ölümü ise; genç karısının hidayetine vesile olmuş. Bu genç kadın şimdi beş vakit namazını kılıyor, elinden geldiğince kuran okuyor, diğer ibadetlerini de yerine getirmeye çalışıyormuş.Hayatını Rabbimin rızasını kazanmaya adamış.Ve gerçek mutluluğu şimdi yakaladığını söylüyormuş. .
Ne mutlu ölümü başkaları için hidayet vesilesi olanlara...
Rabbim bizlere de hayırlı ömürler ve hayırlı ölümler ver.Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizleri emanetinde emin kıl.Can verme sırasında imanımızı muhafaza buyur.Ve bizden razı olmadıkça bizleri dünyandan çıkartma.

7 Eylül 2007 Cuma

...Vehim


Her gün elim tokmakta,
Bir ân irkiliyorum:
Annem belki yatakta,
Annem belki toprakta.

Gün bitiyor şafakta;
Biliyor, biliyorum:
Tabut gıcırdamakta
Ve hevesler damakta...

Necip Fazıl Kısakürek
1932

3 Eylül 2007 Pazartesi

Gönül telinden kopan mektuplar-3


Çok saygıdeğer dostum!
Bana yollamış olduğun mektubu aldım.Feyz ve bereket dolu satırlarından istifade ettim Allah'ın izniyle.Allah senden binlerce defa razı olsun inşallah.
Ben bu günlerde fazlasıyla kendi içime döndüm. Yalnız geçirilen günler bu durumu daha da tetikledi galiba. Geçenlerde çok yakın bir akrabamın eşinin ölüm haberini aldım. Hayat gailesiyle unuttuğum değerler ölümle tekrar, teker teker gözümün önüne serildi.Meğer bu dünyaya ne kadar çok aldanmışız.Dünyadaki dertler bizi ziyadesiyle üzmüş, sevinçlerse ziyadesiyle sevindirmiş. Yaşadığımız bütün duyguları doruklarda yaşamışız. Sevmişsek ölümüne, nefret etmişsek ölümüne nefret etmişiz.Şunu unutmuşuz ki! Hakiki müslüman denge insanıdır.Bütün duygularını tadında , abartmadan, mütevazi yaşar.Çünkü dünya hayatının geçici olması gibi,bu dünyaya ait duygular da geçicidir.Ve sonu olacak bir şeyi de abartmanın lüzumu ve gereği yoktur öyle değil mi?
Üzüntülü hallerimin yoğunlukta olduğu bu günlerde sevindirici hadiseler de olmuyor değil.Çok yakın bir arkadaşımın namaza başladığı ve kur'an öğrendiği haberini aldım.Anlatırken çok mutluydu.O mutluluk gözlerinden okunuyordu.Ve gerçekten bu hakiki mutluluktu.Ebede gidecek hakiki mutluluk.Bu diyarlarda kalmayacak, onun boynunu bükmeyecek, onu asilleştirecek, yüceltecek gerçek mutluluk. Oysa ki bu dünyaya ait ne kadar çok yalancı mutluluk kapımızı çaldı.Anlık,gelip geçen huzur adına bir kırıntıyı bünyesinde barındırmayan sabun köpüğü mutluluklar.Bu yalancı mutluluklar arasında gerçek mutluluğu bir nebze de olsa yaşatana şükürler olsun.
Bu mektubumu, mektubumun içeriğine uygun bir hadis-i şerifle bitirmek istedim.
Ölüm,bir köprüdür,dostu dosta kavuşturur.Rabbim ölen abimizi de gerçek dostuna kavuşanlardan eylesin inşallah.
Emanetin hakiki sahibine emanet ol.


Seni seven dostun.

2 Ağustos 2007 Perşembe

En Karlı Alışveriş


''Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.''(Tevbe suresi, ayet 9)

İnsanoğlunun bu hayatta yapabileceği en karlı alışverişi anlatan ayet, bizlere kulluk yönünde mükemmelliğe gidiş açısından da rehber olacak mahiyette.Zaten bizlere emanet olarak verilen can ve mal nimetini gerçek sahibine satmak ne kadar da mantıklı bir alışveriştir.İnsan bu alışverişe meyilli olarak yaratılmıştır.Ama dünyada işlediğimiz günahlar,nefsimiz,şeytanın desiseleri bu karlı alışverişten bizleri uzak tutmaktadır. Mesela akıl bir nimettir.Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp nefis hesabına çalıştırsak;öyle uğursuz ve rahatsız edici bir alet olur ki,geçmiş zamanın elemlerini, acılarını ve gelecek zamanın korkularını bizlerin sırtına yükleyen çekilmez bir nimet haline gelir.Ve çaresiz insan bu sıkıntılardan kurtulmak için genellikle ya eğlenceye ya da sarhoşluğa kaçar.Ama eğer akıl gerçek sahibine satılsa ve O'nun hesabına çalıştırılsa;akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki,şu kainatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar.Ve bununla sahibini, ebedi mutluluğa namzet bir insan mertebesine çıkarır.
Göz , ise bir duyu organıdır.Ruh alemi bu pencere ile seyreder.Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına calıştırsak; geçici, devamsız bazı güzellikleri , manzaraları seyir ile nefsin arzularına ve heveslerine bir hizmetkar olur.Ama eğer gözü, gözün hakiki sahibine satsak ve onun hesabına onun izni dairesinde çalıştırsak; o zaman şu göz büyük kainat kitabının bir okuyucusu ve şu alemdeki Cenab-ı Hakk'ın sanat mucizelerinin bir seyircisi haline gelir.
Bu alışverişin biz mü' min kullara kazandırmış olduklarına bakacak olursak ;
1.Fani mal ebedi hale gelir.
2.Cenneti kazandırır.
3.Mal ve canın kıymeti birden bine çıkar.
4.İnsanın hayat yükü karşısındaki acizliğine karşı sonsuz rahmet sahibinin koruyuculuğu bir kalkan olur.
Biz ise Allah'ın izniyle bu karlı ticarete dahil olmaya çalışacağız.Zira bu alışveriş çok kolaydır.Çünkü Allah'ın helal dairesi geniştir.Keyfe kafi gelir.Harama girmeye hiç lüzum yoktur.
Öyle ise Allah'a kul olmalıyız.Bu öyle bir şereftir ki tarif edilmez.Vazife ise; yalnız bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli , sükunet bulmalı ,kusur işlediysek af dilemeliyiz.
Bu niyetle edeceğimiz dua ise şu olmalıdır: ''Ya Rab!Kusurumuzu affet.Bizi kendine kul kabul et.Emanetini kabzetmek zamanına kadar,bizi emanette emin kıl.Amin.

NOT:Yazmış olduğum bu yazı büyük ölçüde Risale-i Nur Külliyatından yararlanılarak yazılmıştır.

Çocuk


Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...

Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa "niçin, nasıl?" ve hayret...

Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;
Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür.

Allah diyor ki:"Geçti gazabımı rahmetim!"
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...

Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!

İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...


Necip Fazıl Kısakürek
1983

23 Temmuz 2007 Pazartesi

Gönül Telinden Kopan Mektuplar-2


Çok saygıdeğer dostum!
Mektuplarıma bir süre ara vermek durumunda kaldım.Hakkını helal et.Bu aralar kafam biraz karışık.İçinden çıkamadığım haller,beynimi kemiren sorularla başbaşayım. Bazen başımda bugüne kadar hiç hissetmediğim ağrılarla uyanıyorum.Yaşlanıyor muyum acaba? Kendi kendime bir karar verdim . Allah'ın izniyle sürekli uygulamak nasip olur inşaallah.(Bu baş ağrılarıma da bir çözüm olur belki) Artık sabah namazına kalktıktan sonra , güneşin doğmasını bekliyorum ve güneşin doğuşundan 45 dakika sonra yatağa giriyorum.Bu vakit, (güneşin doğumundan itibaren 45 dakikalık zaman dilimi) kerahat vakti(1) diye adlandırılıyormuş . İnsanların bu vakti yatakta geçirmeleri çeşitli hastalıklara ve uyuşukluğa davetiye çıkarıyormuş.En önemlisi de bu vakti ayakta geçirmekle, Peygamber Efendimiz H.z. Muhammed (S.A.V) 'in bir sünnetini de devam ettirmiş oluyoruz.Yalnız benim şu anki birincil hedefim bu dayanılmaz baş ağrısından kurtulmak herhalde.Bak şimdi bu baş ağrısına sevinmek gerekmez mi?Nasıl bir hayra sebep oldu...Sen de hatırlamışsındır, aklıma şu ayet geliverdi hemen;'...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki,sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.'(Bakara Suresi, ayet 216) Benim halime ne kadar da uygun bir ayet değil mi? Durumumdan da anladığın üzere; Yüce Allah ne istemişse bizim yararımıza olduğu için istemiştir.

Dün Tv 5'de bir ezgi dinledim.Diyordu ki;'bir insan için güzellikle,altınla,elbiseyle övünmek yoktur; güzellik ancak ilim ve edepledir.Bu sözleri uzun uzun düşündüm.Ve günümüz dünyasında bu durumdan ne kadar da uzaklaştığımızı farkettim.Ahir zaman dünyasında her alanda şekilcilik ne kadar da belirleyici hale geldi.Ve ne yazık ki! bu yanlışlıktan hepimiz nasibimizi bir nebze de olsa da aldık.Ve bunu da ' yaşadığımız dünyaya ayak uydurmak' şeklinde gerekçelendirdik.En acısı da içinde bulunduğumuz şekiller ne kadar da İslamiyetten uzak değil mi?

Geçen mektubumda sana temsil insanı olmanın öneminden bir parça bahsetmiştim. Dostum! Sen peşinden çok insanları sürükleyebilecek donanımda bir temsil insanı olabilirsin.Rabbim! birincil gayeni bu eylesin.İnan o zaman dünyalık herşey de o kadar lezzetli olacak ki!Çünkü herşey O'nun rızası için, yalnız O’nun için olacak. Maleyani(boş) hiç bir işin olmayacak.Sen bu bedenin hakkını tam anlamıyla o zaman vermiş olacaksın inşaallah.Ve en önemlisi Rabbim! seni her zaman aynı yürek çarpıntısını içinde duyan kullarıyla muhatap eylesin.Bu yolda alt üst dengesini çok iyi dengelemek lazım.Kendinden daha alt seviyedeki insanlarla temsil insanı olarak usta mesabesinde, daha üst seviyedeki insanlarla ise kendini geliştirmek adına çırak mesabesinde muhatap olmalısın.Altın, imani konulardaki zayıflığı seni gevşekliğe sürüklemesin.Aynı zamanda üstün, imani konulardaki üstünlüğü de seni ümitsizliğe sürüklemesin.Veya bırak sürüklesin, bu yoldaki en üstün kardeşlerimiz bile her zaman günahkarım diye hüzünlenirlermiş.Unutma ki! Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir.Ümitvar ol.Sen konumunun hakkını ver.Benlik hissine hiçbir zaman kapılma.Bu yol senlik benlik değil, bizlik yoludur.

Dostunun bu nacizane nasihatlarını yabana atma.Yaşanan hiçbir şeyin boş olmadıgı gibi, yazılan bu yazı da boşuna yazılmamıştır.Unutma ki! herşeyin bir sebebi ve her sebebin bir Yaradanı vardır.
Emanetin Sahibine emanet ol.

Seni çok seven dostun..


(1)Kerahat vakti; sabah güneşin doğuşu ile ikindi namazı sonrasında güneşin batışına yakın olan zaman dilimleridir.Kerahat vakitleri denilen güneşin doğuş ve batış saatlerinde uyuyor olmak,hem gün içi vücut enerjisi hem de akıl sağlığı açısından zararlı etkilere sahip. Geceleri salgılanan "melatonin" hormonu güneşin doğuşuyla
azalıyor. Güneş doğarken uyanık olmak, bedenin gün içinde daha zinde ve enerjik olmasını sağlıyor. Güneş doğarken uykuda olmayı alzheimer hastalığının sebeplerinden biri sayan bilim çevreleri mevcut.

22 Temmuz 2007 Pazar

Birazdan Yıldırımlar Düşecek Şehrin Sokaklarına


Afrika'nin bir bölümünde yasayan kaplanlar arasinda büyük bir dayanışma örnegi sergilenir. Güçlü yağmurlar beraberinde korkunç yıldırımlar taşırlar buralara. Adeta gökyüzünü yırtan yıldırımlar, yeryüzüne büyük bir gürültüyle inerler. Tarihin içinde tanrıların kavgası ya da öfkesiyle anılır yıldırımlar. Sahici bir öfkenin yansımasına benzer gerçekten de.

İlginç olan bu şiddetli yağmurlar yağarken kaplanlarin birlikte gerçeklestirdikleri bir olaydır. Yoğun yağmurlar sırasında kaplanlar açık alanlara çıkarlar. Kısmen yıldırımlara karşı korunaklıdır açık alanlar. Büyük orman yangınlarına da neden olabilir bu yıldırım düşmeleri. Açık alana toplanan kaplanlar yere uzanırlar. Gruplar halinde yere uzanan kaplanlar kafalarını birbirlerinin kafalarına yaslarlar.
Tek bir sey yüzünden!
Eger birinin üzerine yıldırım düşerse, diğerleri de onunla birlikte ölür. Yanyana, göğüs göğüse, kafa kafaya duran kaplanlar böylece ölüme birlikte gitme yemini ederler. Birisi öldüğü anda diğerleri de ölsün diye. Birbirlerine sahip çıkmak adına. Dost olduklarını ispatlamak için.

Ölümü birlikte karşılayarak birlikte olmanın en onurlu yüzünü taşırlar. Kimse ihanet etmeden ve bir an olsun oradan kalkmayı düşünmeden öylece beklerler muhtemel bir ölümü.

Dostlugun ölümcül fedakarlığını paylaşırlar.

Kimi zaman kentin içinde de böyle gruplarin içinde oldugunuzu düsünürsünüz. Omuz omuza bir yaşam paylaşımında bulundugunuzu. Statüler önemli olmaksızın yan yana uzanmış insanlar olabileceğinizi düşünürken çıldırtıcı bir şüphenin esiri olursunuz. "Acaba kalkarlar mı birden?" Yıldırım düştüğü anda kalkabileceklerinin korkusu sarar bütün benliğinizi.

Güvenemezsiniz.

Herkes birbirinin yüzüne şüpheyle bakar.

Kent, yıldırım düştüğünde yalnız kalanların acı hikayeleriyle doludur. Her bir sokağında, tek başına ölenlerin hazin izleri vardir kentin. Emeğini, geleceğini, gülümsemelerini paylasan insanlarin, müthiş bir gürültüyle üzerlerine düsen yıldırımların altında, hiç ummadıkları bir anda tek başına kalmanin çaresizliği okunur yüzlerinden. Asıl soru sona kalanın kim olacağı sorunudur.

Kimin hangi mazeretle kalkacağı...

Ya da kimin yakın durduğu halde, diğerlerine temas etmediği...

Bu yüzden kentin düşüş hikayelerinde trajik bir yalnızlık vardir. Korkunun ve çikarlarin , her şeye rağmen yaşamı kutsamanın verdigi bir ihanet duygusu.

Her şeye rağmen, onursuz da olsa, yasamı kutsamanin tiksindiren yüzleri.

Şimdi böyle bir tedirginlik duygusu taşıyorum kendi içimde. Kimseden emin olamıyorum sırf bu yüzden. Dahası gök gürültüleri duyulduğunda orada olabileceğimden bile kuşkuluyum.

Bu lanet olası kuşkular tek tek tüketiyor hepimizi.

Yağmur yağıyor...

Gök gürlüyor...

Birazdan yıldırımlar düşecek kentin sokaklarina...


Tarık Tufan

9 Temmuz 2007 Pazartesi

Utansın


Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylân, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa, bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk,
Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!


Necip Fazıl Kısakürek
1964

4 Temmuz 2007 Çarşamba

Beni affedebilir misin?


Günlük hayatın koşuşturmacasında o kadar çok insanla muhatap oluyoruz ki...
Yaşamımıza giren bu insanlar faklı farklı ruh hallerine, kişiliklere sahip durumdalar hiç kuşkusuz.Bazen yıllardır tanıdığımız veya daha doğrusu tanıdığımızı düşündüğümüz insanların bile çok farklı hallerine şahit olabiliyoruz.Normalde çok sakinken; hırçın,çok sabırlıyken;fevri hareketlerde bulunabiliyorlar.Ve hiç olmadık yerde kalbimizi kırabiliyorlar.Yaşamın olmazsa olmaz hallerinden olan bu durum bizi fazlasıyla üzebiliyor.Ve farketmeden karşımızdaki insana karşı bir soğukluk hissetmeye başlıyabiliyoruz.''Ben bu serzenişi haketmemiştim'' mırıltıları içimizi kemiriyor.''Ama dur bakalım ben ona bana bağırmak nasıl olurmuş gösteririm'' haykırışı bizi birazcık rahatlatıyor.Ama hep yanlışın aksi gibi düşünmek mü'min bir kulun saflığının simgesiymiş gibi bazı ayetlerin sıcaklığı içimizi kaplayıveriyor.''Unutmayın ki haksızlığın karşılığı,ancak yapılan haksızlık kadar olabilir,fazlası helal olmaz.Bununla beraber kim affeder,bağışlarsa onun mükafatı Allah'a aittir.Şu kesindir ki Allah zalimleri sevmez''. (Şura 42/40) Onlar ki,bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar;kızdıklarında öfkelerini yutar,insanların kusurlarını affederler.Allah da böyle iyi davrananları sever''. (Al-i İmran,3/134) İyilikle kötülük bir olmaz.O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık olan kişi candan,sıcak bir dost oluvermiş!''(Fussilet, 41/34)
Kuran ahlakıyla ahlaklanması gereken biz müminlere en alalade gündelik çekişmelerde işe yarayacak ikazlar, bu ayetler.Bize olgun bir müminin nasıl davranması gerektiğini bildiriyor.
Çoğu zaman çok zor olan ''affetme'' bunu Allah rızası için yapan bir mümin için daha kolay olacaktır. Şunu hiç bir zaman unutmamalıyız ki! hepimiz insanız.Biz de gün gelir çeşitli şekillerde hatalar işleyebiliriz.Ve o durumda karşımızdakinden biz ne isteriz.Tabi ki! bizi hoşgörüyle karşılayıp,mazur görmesini.Ve en önemlisi biz müminler, bir kusurumuz olduğunda Yüce Allah'ın bizi affetmesini isteriz.Ve biliyoruz ki! Allah gerçekten Gafurdur, Rahimdir (çok affedicidir,merhamet ve ihsanı boldur). ''İçinizden fazilet ve imkan sahibi olanlar,akrabaya, fakirlere, Allah yolunda hicret etmiş olanlara sadaka vermeme hususunda yemin etmesinler. Affedip müsamaha göstersinler. Siz de, Allah'ın sizi affedip müsamaha göstermesini arzu etmez misiniz? Allah gerçekten Gafurdur,Rahimdir.''(Nur,24/22)
Kuran'ın daha birçok ayetinde değinilen 'af', günlük yaşantımızda ilişkilerin daha sağlıklı olması açısından da vazgeçilmez bir haldir.Bu nedenle biz müminlere bu konuda düşen görev, af sağnaklarının bizim için şakır şakır yağmasını istiyorsak, affetmeyi en önemli özelliklerimizden biri haline getirmektir.Tabi ki Allah'ın izin ve inayetiyle.

27 Haziran 2007 Çarşamba

O Erler Ki...


O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.

Yıldızları tesbih tesbih çeker de,
Namazda arka saf hizasındalar.

İçine nefs sızan ibadetlerin,
Bir biri ardınca kazasındalar.

Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedin imzasındalar.

Bir ân yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.

Her rengi silici aşk ötesinde renk;
O rengin kavuran beyzasındalar.

Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah ' ın rızasındalar.

1983
Necip Fazıl Kısakürek

26 Haziran 2007 Salı

Gönül Telinden Kopan Mektuplar-1


Çok saygıdeğer dostum! Yaşanılan alemi bir misafirhane olarak görebilmek.Nice Allah dostlarının sıkıntılarını sabırla göğüsleyebilmelerinin avuntularından biri de, buydu.Onlar, bu dünyaya, bu dünyada kalacaklarından fazla değer vermediler.Çünkü; bu dünya hayatı geçiciydi.Ve geçici bir şeye tamah etmenin de fazla ehemmiyeti yoktu onlar için.Bizim de kurtuluşumuzun reçetelerinden biri de belki bu olmalıdır.Ne dersin; bu dünyayı bir misafirhane olarak görebilmek.Yani bu aleme,sonsuz ahiret aleminin bir hazırlayıcısı gözüyle bakabilmek.Rabbimin emirlerine,' amenna' diyerek, riayet edebilmek.Çünkü bu alemi bizim yararlanmamıza uygun şekilde yaradan Allah, ne istemişse hep bizim yararımıza olduğu için istemiştir. Ahir zamanın ülkemize kazandırdığı yeniliklerden biri olan yogayı bilirsin.İnsanlar rahatlamak için bu yola başvuruyorlarmiş.Bedensel olarak faydası olduğu gibi, ruhsal kirlerden de arınıyormuşsun.Hindistan kökenliymiş.Ve 2500 yıllık bir tarihi varmış.Bizim ülkemizde, ünlü bir sanatçı da yogayı devamlı olarak yapıyormuş. Bu sanatçının yogayla ilgili sorulan sorulardan birine vermiş olduğu cevap, beni çok düşündürdü.Yoga da yapılan hareketleri, namaz hareketlerine benzetiyordu.Düşünebiliyor musun? Rabbimin farzlarından biri olan namaz ; hem bize bu dünyada fayda sağliyor, hem de ahirette kurtuluş oluyor (Ya Rab! Bu ne lütuftur)Ve tabi ki; bu örnekler çoğaltılabilir. Abdestin sayısız faydaları vardır. Zekatın toplumsal dayanişma yönünden faydası,haccın müslüman devletler açısından birlik ve beraberlik yönünden faydası; göz ardı edilemez mahiyette önemlidir.

Sürekli yorularak çaliştiğinı görüyorum. Ve bu durum da beni memnun ediyor.Rabbimin katında faydalı şekilde geçirilmiş bir ömür olacak inşallah sermayen.Çünkü sen bir ilim adamısın.Ve ülkene hizmet ediyorsun.Biliyorsun ki, ben bu konuda şu an için bir şey yapamıyorum. Yani, ilmimi kullanıp, ülkeme faydalı olamıyorum. Ama inanıyorum ki; o günler de gelecek de Rabbimin izniyle. Şu an için Rabbimin istediği mahiyette bir kul olabilmek; yegane hasretimiz olmalı. Ondan sonra yapılacak her faydalı işimiz,ibadet hükmünde olacak inşallah. Bir yerde okumuş ya duymuştum; emin değilim.Beş vakit namaz kılan bir insan, su içtiği zaman bile ibadet ediyor sayılırmış.

Sana bir keresinde bir duruşumuz olmalı demiştim.Dostum, bu zamanlar bizim hayatımızda önemli zamanlar. Eş seçimi; iş seçimi vs.Düşündüğün zaman; sen, bir konuda belli bir olgunluk kazanamamişsan, o şey senin için sıradanlaşabiliyor.Ve senin için seçimlerinde belirleyici bir faktör olmaktan çıkabiliyor. Senin tam da temsil insanı olabilmek için en verimli zamanların bu zamanlar.Anladığim kadarıyla arkadaşların arasında sevilen bir şahsiyetsin. Kişiliğinin mükemmelliği su götürmez bir gerçek. Senin yapmiş olduğun bir hareket; başka bedenlerde taklit kazanabilecek mahiyette, anlayacağın. Bu yüzden sadece kendine karşı sorumlu değilsin. Çevrene karşı da sorumlulukların var. Hep iyiliklerle dolu olmasın. Ağzından çıkan laflara çok dikkat etmelisin.(Peygamber efendimizin(S.A.V) dediği gibi; ya hayır söyle ya da sus.) Gözlerini harama kapamalısın.Dilini gıybetten,gönlünü hasedden korumalısın.Yani anlayacağın; sen tertemiz bir insan olmalısın. Öyle ki, insan o mahiyette yaradılmıştır ki;kimisi melekleri kıskandıracak niteliklere sahip olabilir ve a’la-yi illiyyine(çıkılabilecek en yüksek seviye) çikabilir,kimisi de esfel-i safiline(aşağiların aşağisı,düşülebilecek en aşaği nokta) düşebilir. Bu da insanın akıl nimetiyle donatılmasının bedelidir.
NOT=Nacizane tavsiyelerim sakın sende benlik hissi uyandırmasın. Benim ağzım iyi laf yapar. Bu söylediklerim hem sana, hem de bana birer nasihattır.
Rabbim! Her daim yar ve yardımcın olsun.Emanetin sahibine emanet ol.
Seni çok seven dostun...

20 Haziran 2007 Çarşamba

Zindandan Mehmed'e Mektup

Zindan iki hece. Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı?.. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, almazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün "maruzât"!
Çatık kaş... Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyada nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!


1961
Necip Fazıl Kısakürek

18 Haziran 2007 Pazartesi

Bir Dizi Güzellik


STV'de 2 sezondur devam eden bu yapım, Kıbrıs harekatında şehit düşen ve zaman mekan tanımadan insanlara yardım etme mertebesine yükselen bir kahramanın hikayesini anlatmaktadır.
Kirlenmenin hayatın her sahasında buram buram hissedildiği ahir zaman dünyasında,
televizyonda bu kirlenmeden nasibini fazlasıyla almıştır.Bir ailenin içine sine sine bir programı baştan sona kadar izlemesi artık hiç de kolay değildir.Çoğu sahnelerde,kanal değiştirme çabası, zaman zaman izlemesem de olur fikriyle sonuçlanmaktadır.Zaten izlenilen çoğu dizi,film vs. bize bir şey kazandırmaktan ziyade hoşça vakit geçirtme amacı taşimaktadır.
Neyse benim amacım televizyon eleştirmenliği yapmak değil.Size Beşinci Boyut'tan bahsedecektim.
Gayet özenle hazırlanmiş bu yapım; her hafta farklı bir konuyla ekrana geliyor.Dizideki her sahne,özellikle dizideki adıyla Salih'in oynadığı sahneler, pür dikkat izlenilmesi gereken sahneler.Her sorun hakkında bulduğu ilahi çözümler, farketmeden bizim dünyamıza da giriyor.Ve her birimizde bir Salih olma çabası beliriyor.
Salih olmak demek;Yaradana sonsuz bir tevekkülle bağlanmak,doğru olmak,dürüst olmak ,yardımsever olmak ...kısaca O'na layık bir kul olabilmek demek. Yani anlayacağiniz Salih de bizim hayatımızın kahramanı oluyor.Ve en ümitsiz anımızda, dünyada hala Salih gibi kullar var, avuntusuna sarılıyoruz.
İzlediğim bir bölümünden aldığım küçük notları sizinle paylaşmak istiyorum.Bu bölümde isyanın eşiğinde olan bir abiye, Salih'in verdiği cevap manidardır.Salih:'Sıkıntıyla akıllıca yüzleşmek mi?Yoksa çözüm olmadığı halde, isyan edip bağırıp çağirmak mı? daha isabetli'
Salih:'Dünya işleri geçici.Geçici olan yerde de sıkıntı bitmez.Ama sıkıntılara Hak rızası için katlanırsan ötelerde kazançlı çıkarsın.'
Salih:'Ne aradığını biliyorsan,elbet bulursun.Ve her kaybolma bir yokoluş değildir.'
Salih'in isyanın eşiğindeki bu abiye ettiği dua:'Allahım!Ethem kulunun ıslah olması için ona yol göster.Nimet külfetsiz olmaz.Kardeşi onun için bir nimet.Ama o yalnızca külfet kısmını görüyor.Ona hikmeti göster.Bu çileyi ona verdiğine göre dayanma gücünü de verdin.Bu gücü keşfedip onun nuruyla kalbinin aydınlanmasına yardımcı ol.Onun bunu idrakine vesile ol Ya Rabbim.'
Salih:'İyilik kendi zatında sevilir.Seviliyorsa vardır bir sevilme noktası.O sevginin ışığını bul.
Salih:Allah sevdiği kulunu, içini arındıracak sıkıntılardan uzak tutmaz.
Sadece bir bölümünden yakalayabildiğim bu güzel sözler size de dizinin izlenilebilirliği hakkında bir fikir vermiştir umarım.
NOT:1.Bu yapımda emeği geçen herkesten ve bu yapımı ekranlarımıza taşıyan STV'den Allah razı olsun
2.Bu dizi pazartesi akşamları yeni bölümüyle STV ekranlarında yayınlanmaktadır.Ve bu dizinin kaçırmış olduğınuz bölümlerini www.samanyolu.com.tr' den izleyebilirsiniz.

17 Haziran 2007 Pazar

Kalu Bela


Hz. Allah, gelmiş geçmiş bütün canlıları yaratmadan önce onların ruhlarını yaratmıştır. Ve bu ruhları ruhlar alemi(elest yurdu) denilen bir alemde toplamiştir. Ve daha sonra bunları huzurunda toplayarak kendilerine hitaben: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sormuştur.
Ruhlar da: Evet,"sen bizim Rabbimizsin", diye cevap vermişlerdir.İşte bu konuşmanın vuku bulduğu zamana Kalu Bela denilmektedir. Allah, daha sonra insan ruhunun söylediğinde ne kadar samimi olduğunu göstermesi için onu dünyaya göndermiştir.Yani bu dünyayı bir imtihan yeri olarak yaratmıştır.

Rabbim sen bizi söylemiş olduğu bu söze sadık kullarından eyle. Biz kabul ediyoruz ki, biz orda seninle bir sözleşme imzaladık. Sen bizi ahde vefa gösteren kullarından eyle. Bizleri nankörlerden eyleme. AMİN.

Kalu Bela ile ilgili ayetler:
Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
(A'RAF SURESİ / 172)

Ya da: "Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin?" dememeniz için. (A'RAF SURESİ / 173)

16 Haziran 2007 Cumartesi

Sakarya Türküsü


İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dâva büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına es, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üçbeş damla kan, ırmak üçbeş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını aşsalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve Ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

1949
Necip Fazıl Kısakürek

Selamunaleykum