23 Temmuz 2007 Pazartesi

Gönül Telinden Kopan Mektuplar-2


Çok saygıdeğer dostum!
Mektuplarıma bir süre ara vermek durumunda kaldım.Hakkını helal et.Bu aralar kafam biraz karışık.İçinden çıkamadığım haller,beynimi kemiren sorularla başbaşayım. Bazen başımda bugüne kadar hiç hissetmediğim ağrılarla uyanıyorum.Yaşlanıyor muyum acaba? Kendi kendime bir karar verdim . Allah'ın izniyle sürekli uygulamak nasip olur inşaallah.(Bu baş ağrılarıma da bir çözüm olur belki) Artık sabah namazına kalktıktan sonra , güneşin doğmasını bekliyorum ve güneşin doğuşundan 45 dakika sonra yatağa giriyorum.Bu vakit, (güneşin doğumundan itibaren 45 dakikalık zaman dilimi) kerahat vakti(1) diye adlandırılıyormuş . İnsanların bu vakti yatakta geçirmeleri çeşitli hastalıklara ve uyuşukluğa davetiye çıkarıyormuş.En önemlisi de bu vakti ayakta geçirmekle, Peygamber Efendimiz H.z. Muhammed (S.A.V) 'in bir sünnetini de devam ettirmiş oluyoruz.Yalnız benim şu anki birincil hedefim bu dayanılmaz baş ağrısından kurtulmak herhalde.Bak şimdi bu baş ağrısına sevinmek gerekmez mi?Nasıl bir hayra sebep oldu...Sen de hatırlamışsındır, aklıma şu ayet geliverdi hemen;'...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki,sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.'(Bakara Suresi, ayet 216) Benim halime ne kadar da uygun bir ayet değil mi? Durumumdan da anladığın üzere; Yüce Allah ne istemişse bizim yararımıza olduğu için istemiştir.

Dün Tv 5'de bir ezgi dinledim.Diyordu ki;'bir insan için güzellikle,altınla,elbiseyle övünmek yoktur; güzellik ancak ilim ve edepledir.Bu sözleri uzun uzun düşündüm.Ve günümüz dünyasında bu durumdan ne kadar da uzaklaştığımızı farkettim.Ahir zaman dünyasında her alanda şekilcilik ne kadar da belirleyici hale geldi.Ve ne yazık ki! bu yanlışlıktan hepimiz nasibimizi bir nebze de olsa da aldık.Ve bunu da ' yaşadığımız dünyaya ayak uydurmak' şeklinde gerekçelendirdik.En acısı da içinde bulunduğumuz şekiller ne kadar da İslamiyetten uzak değil mi?

Geçen mektubumda sana temsil insanı olmanın öneminden bir parça bahsetmiştim. Dostum! Sen peşinden çok insanları sürükleyebilecek donanımda bir temsil insanı olabilirsin.Rabbim! birincil gayeni bu eylesin.İnan o zaman dünyalık herşey de o kadar lezzetli olacak ki!Çünkü herşey O'nun rızası için, yalnız O’nun için olacak. Maleyani(boş) hiç bir işin olmayacak.Sen bu bedenin hakkını tam anlamıyla o zaman vermiş olacaksın inşaallah.Ve en önemlisi Rabbim! seni her zaman aynı yürek çarpıntısını içinde duyan kullarıyla muhatap eylesin.Bu yolda alt üst dengesini çok iyi dengelemek lazım.Kendinden daha alt seviyedeki insanlarla temsil insanı olarak usta mesabesinde, daha üst seviyedeki insanlarla ise kendini geliştirmek adına çırak mesabesinde muhatap olmalısın.Altın, imani konulardaki zayıflığı seni gevşekliğe sürüklemesin.Aynı zamanda üstün, imani konulardaki üstünlüğü de seni ümitsizliğe sürüklemesin.Veya bırak sürüklesin, bu yoldaki en üstün kardeşlerimiz bile her zaman günahkarım diye hüzünlenirlermiş.Unutma ki! Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir.Ümitvar ol.Sen konumunun hakkını ver.Benlik hissine hiçbir zaman kapılma.Bu yol senlik benlik değil, bizlik yoludur.

Dostunun bu nacizane nasihatlarını yabana atma.Yaşanan hiçbir şeyin boş olmadıgı gibi, yazılan bu yazı da boşuna yazılmamıştır.Unutma ki! herşeyin bir sebebi ve her sebebin bir Yaradanı vardır.
Emanetin Sahibine emanet ol.

Seni çok seven dostun..


(1)Kerahat vakti; sabah güneşin doğuşu ile ikindi namazı sonrasında güneşin batışına yakın olan zaman dilimleridir.Kerahat vakitleri denilen güneşin doğuş ve batış saatlerinde uyuyor olmak,hem gün içi vücut enerjisi hem de akıl sağlığı açısından zararlı etkilere sahip. Geceleri salgılanan "melatonin" hormonu güneşin doğuşuyla
azalıyor. Güneş doğarken uyanık olmak, bedenin gün içinde daha zinde ve enerjik olmasını sağlıyor. Güneş doğarken uykuda olmayı alzheimer hastalığının sebeplerinden biri sayan bilim çevreleri mevcut.

22 Temmuz 2007 Pazar

Birazdan Yıldırımlar Düşecek Şehrin Sokaklarına


Afrika'nin bir bölümünde yasayan kaplanlar arasinda büyük bir dayanışma örnegi sergilenir. Güçlü yağmurlar beraberinde korkunç yıldırımlar taşırlar buralara. Adeta gökyüzünü yırtan yıldırımlar, yeryüzüne büyük bir gürültüyle inerler. Tarihin içinde tanrıların kavgası ya da öfkesiyle anılır yıldırımlar. Sahici bir öfkenin yansımasına benzer gerçekten de.

İlginç olan bu şiddetli yağmurlar yağarken kaplanlarin birlikte gerçeklestirdikleri bir olaydır. Yoğun yağmurlar sırasında kaplanlar açık alanlara çıkarlar. Kısmen yıldırımlara karşı korunaklıdır açık alanlar. Büyük orman yangınlarına da neden olabilir bu yıldırım düşmeleri. Açık alana toplanan kaplanlar yere uzanırlar. Gruplar halinde yere uzanan kaplanlar kafalarını birbirlerinin kafalarına yaslarlar.
Tek bir sey yüzünden!
Eger birinin üzerine yıldırım düşerse, diğerleri de onunla birlikte ölür. Yanyana, göğüs göğüse, kafa kafaya duran kaplanlar böylece ölüme birlikte gitme yemini ederler. Birisi öldüğü anda diğerleri de ölsün diye. Birbirlerine sahip çıkmak adına. Dost olduklarını ispatlamak için.

Ölümü birlikte karşılayarak birlikte olmanın en onurlu yüzünü taşırlar. Kimse ihanet etmeden ve bir an olsun oradan kalkmayı düşünmeden öylece beklerler muhtemel bir ölümü.

Dostlugun ölümcül fedakarlığını paylaşırlar.

Kimi zaman kentin içinde de böyle gruplarin içinde oldugunuzu düsünürsünüz. Omuz omuza bir yaşam paylaşımında bulundugunuzu. Statüler önemli olmaksızın yan yana uzanmış insanlar olabileceğinizi düşünürken çıldırtıcı bir şüphenin esiri olursunuz. "Acaba kalkarlar mı birden?" Yıldırım düştüğü anda kalkabileceklerinin korkusu sarar bütün benliğinizi.

Güvenemezsiniz.

Herkes birbirinin yüzüne şüpheyle bakar.

Kent, yıldırım düştüğünde yalnız kalanların acı hikayeleriyle doludur. Her bir sokağında, tek başına ölenlerin hazin izleri vardir kentin. Emeğini, geleceğini, gülümsemelerini paylasan insanlarin, müthiş bir gürültüyle üzerlerine düsen yıldırımların altında, hiç ummadıkları bir anda tek başına kalmanin çaresizliği okunur yüzlerinden. Asıl soru sona kalanın kim olacağı sorunudur.

Kimin hangi mazeretle kalkacağı...

Ya da kimin yakın durduğu halde, diğerlerine temas etmediği...

Bu yüzden kentin düşüş hikayelerinde trajik bir yalnızlık vardir. Korkunun ve çikarlarin , her şeye rağmen yaşamı kutsamanın verdigi bir ihanet duygusu.

Her şeye rağmen, onursuz da olsa, yasamı kutsamanin tiksindiren yüzleri.

Şimdi böyle bir tedirginlik duygusu taşıyorum kendi içimde. Kimseden emin olamıyorum sırf bu yüzden. Dahası gök gürültüleri duyulduğunda orada olabileceğimden bile kuşkuluyum.

Bu lanet olası kuşkular tek tek tüketiyor hepimizi.

Yağmur yağıyor...

Gök gürlüyor...

Birazdan yıldırımlar düşecek kentin sokaklarina...


Tarık Tufan

9 Temmuz 2007 Pazartesi

Utansın


Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylân, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa, bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk,
Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!


Necip Fazıl Kısakürek
1964

4 Temmuz 2007 Çarşamba

Beni affedebilir misin?


Günlük hayatın koşuşturmacasında o kadar çok insanla muhatap oluyoruz ki...
Yaşamımıza giren bu insanlar faklı farklı ruh hallerine, kişiliklere sahip durumdalar hiç kuşkusuz.Bazen yıllardır tanıdığımız veya daha doğrusu tanıdığımızı düşündüğümüz insanların bile çok farklı hallerine şahit olabiliyoruz.Normalde çok sakinken; hırçın,çok sabırlıyken;fevri hareketlerde bulunabiliyorlar.Ve hiç olmadık yerde kalbimizi kırabiliyorlar.Yaşamın olmazsa olmaz hallerinden olan bu durum bizi fazlasıyla üzebiliyor.Ve farketmeden karşımızdaki insana karşı bir soğukluk hissetmeye başlıyabiliyoruz.''Ben bu serzenişi haketmemiştim'' mırıltıları içimizi kemiriyor.''Ama dur bakalım ben ona bana bağırmak nasıl olurmuş gösteririm'' haykırışı bizi birazcık rahatlatıyor.Ama hep yanlışın aksi gibi düşünmek mü'min bir kulun saflığının simgesiymiş gibi bazı ayetlerin sıcaklığı içimizi kaplayıveriyor.''Unutmayın ki haksızlığın karşılığı,ancak yapılan haksızlık kadar olabilir,fazlası helal olmaz.Bununla beraber kim affeder,bağışlarsa onun mükafatı Allah'a aittir.Şu kesindir ki Allah zalimleri sevmez''. (Şura 42/40) Onlar ki,bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar;kızdıklarında öfkelerini yutar,insanların kusurlarını affederler.Allah da böyle iyi davrananları sever''. (Al-i İmran,3/134) İyilikle kötülük bir olmaz.O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık olan kişi candan,sıcak bir dost oluvermiş!''(Fussilet, 41/34)
Kuran ahlakıyla ahlaklanması gereken biz müminlere en alalade gündelik çekişmelerde işe yarayacak ikazlar, bu ayetler.Bize olgun bir müminin nasıl davranması gerektiğini bildiriyor.
Çoğu zaman çok zor olan ''affetme'' bunu Allah rızası için yapan bir mümin için daha kolay olacaktır. Şunu hiç bir zaman unutmamalıyız ki! hepimiz insanız.Biz de gün gelir çeşitli şekillerde hatalar işleyebiliriz.Ve o durumda karşımızdakinden biz ne isteriz.Tabi ki! bizi hoşgörüyle karşılayıp,mazur görmesini.Ve en önemlisi biz müminler, bir kusurumuz olduğunda Yüce Allah'ın bizi affetmesini isteriz.Ve biliyoruz ki! Allah gerçekten Gafurdur, Rahimdir (çok affedicidir,merhamet ve ihsanı boldur). ''İçinizden fazilet ve imkan sahibi olanlar,akrabaya, fakirlere, Allah yolunda hicret etmiş olanlara sadaka vermeme hususunda yemin etmesinler. Affedip müsamaha göstersinler. Siz de, Allah'ın sizi affedip müsamaha göstermesini arzu etmez misiniz? Allah gerçekten Gafurdur,Rahimdir.''(Nur,24/22)
Kuran'ın daha birçok ayetinde değinilen 'af', günlük yaşantımızda ilişkilerin daha sağlıklı olması açısından da vazgeçilmez bir haldir.Bu nedenle biz müminlere bu konuda düşen görev, af sağnaklarının bizim için şakır şakır yağmasını istiyorsak, affetmeyi en önemli özelliklerimizden biri haline getirmektir.Tabi ki Allah'ın izin ve inayetiyle.